Keyif ve Lezzet Durakları Konulu Yazılar

“Alice Was In Wonderland” – Prag Günlüğü II

Ertesi gün büyük bir mutlulukla yatağında erkenden kalkmış bana seslenen Alice ile göz göze geldim:) Pek heyecanlı süslenip püslenmiş anne kuşum, “Hadi kahvaltıya” diyordu bana.. Malum diabet teşhisi ile ilaçlar kullandığından sebep günde en az 6 öğün yemesi lazım. Bir de yemekten yarım saat önce aldığı bir ilaç var ki, 30 dakikayı 1 dakika geçirse krizlere sokuyor kadıncağızı. Neyse hemen yan odadaki ekiple birleştik ve kahvaltıya inip pek birşey yiyemedik! Kahvaltıda salak salak jambonlu, lahanalı çorba kıvamında malzemeler ve domiz sosisi olduğu her halinden belli bir sürü ıvır zıvır arasından, lütfen bir iki dilim dil peyniri ile haşlanmış yumurta bulabildim ben kendime. Kahvaltı sonrası anne kuşun ara öğün malzemelerini aldık bir marketten ve metroya atladığımız gibi merkeze; yani Old Town‘a yola koyulduk..

 

İlk günkü rotamız bu (Old Town) Eski Şehir Merkezinden başlayarak (Charles Bridge-Karluv Most) Charles Köprüsü’nü geçmek ve (Lesser Town) Aşağı Şehir olarak anılan bölgeyi de görebilmekti. Bizim ekip St. Nicholas Kilisesi’ne, Gotik şaheseri Lady Tyn Kilisesine, Astronomik Saate ve o tarihi bölgenin herşeyine bayıldı. Özellikle Lady Tyn Kilisesi Alice’in dikkatini çekti. Bana “Bu kilisenin İkİ kulesinin uzunlukları biraz farklı değil mi?” diye sordu. Doğrudur anne kuşum: Bu, o dönemin Gotik mimarisinin en önemli karakteristlik özelliklerinden biridir ve o iki kulenin biri erkekliği, diğeri dişiliği temsil eder! Bilin bakalım kısa olan hangisinin temsili:))

Neyse, saatlerimiz 11:00’a yaklaşırken hemen Astronomik Saat Kulesinin önünde toparlanan kalabalığa katıldık. Her saat başı saat kulesinin tepesindeki pencereler açılıyor ve maksimum 1 dakika süreyle İsa’nın 12 havarisi buradan halkı selamlıyorlar. Millet elde fotoğraf makinası, çok da bir şey görünmeyen pencerelerden bir havari yakalamaya çalışıyor. Olay bitince Ayşegül Sultan “Bu mudur yani bütün olay?” dedi:)) Vallaha bu kadar Ayşegül’üm Sultanım:))

Saat Kulesinin önündeki hengame dağılmaya başladığında “Hadi bir de Kafka‘nın uzun süre oturduğu binayı ve yazılarını yazdığı şimdilerde Cafe olan mekanı görelim” diyerek Tam adresi No:5 U Radnice olan, meydandaki St. Nicholas Kilisesine bitişik yere götürdüm bizimkileri. Kafka, benim lise son-üniversite ilk dönemimde en favori yazarlarımdan biriydi. Yaşadığı yıllar boyunca çok büyük sıkıntılar çekmiş, hep bir şekilde buralardan gitmeyi kafasına koymuş ama bunu başaramamış bir yazar olan Kafka’nın aradan geçen onca yıldan sonra meta malzemesi olarak adına kafeler açılıp, magnetlerinin satılması yoluyla üzerinden para kazanılıyor olması beni ilk gidişimde çok rahatsız etmişti, hala da ettiğini söylemeden geçemeyeceğim. Bu arada şansımıza her kilisede bir düğün organizasyonu olmasından sebep 4 ya da 5 evlenen çift gördük 2 günde. Tabi biz bunu hemen bir işaret olarak algıladık bekar hatunlar olaraktan:) Alice mi? O hiççç üzerine alınmadı vallahi..

Soluklanmak istediğimizde çoğunlukla Heaven Cafe zincirinin bir halkasındaydık. Starbucks yok diye üzülmesin Çekler, Heaven’larda tam birer Starbucks gibi. Ama yine de benim favorim burada Kava Kava Kava‘lar oldu:) Çeklerin Zagat’ı sayılan bir sıralamada birinci seçildiğini gördük. Kesinlikle tavsiye ettim, harika kahveleri var. Biz Narodni’dekine oturduk. Tabi ben yine bira denedim burada, ama olsun. Kahve içenler de pek memnundu.. Bunun yanı sıra bir de harika bir bakery shop zincirinden de sandwichler alıp öğlen yemeği yaptık kendimize, ama ismini not etmediğimiz için bir türlü hatırlayamadım:((

Charles Köprüsü Vltava Nehri üzerindeki 15 köprüden biri. Sadece bu köprüden araç geçemiyor. Sadece bu köprüyü görmek için binlerce insan sabahın köründen itibaren buraya akın ediyor. Köprünün üzerinde sağlı sollu 30’un üzerinde heykel var. Bu keykeller zamanla dış etkenlerden etkilenerek yıpranmaya başlayınca taklitleri ile yer değiştirmişler ve şu anda orjinal olanların çoğu Prag Müzesi’nde sergilenmekteymiş. Arnavut kaldırımlı bu köprünün üzerinde bir sürü ressam, fotoğrafçı, sanatçı el emeği göz nuru ürünlerini turistlere satmak için yer edinmiş adım başı. Müzisyenler, kuklacılar ve daha niceleri.. Kesinlikle Prag’a gidince görmeniz gereken, hatta uzunca üzerinde vakit geçirmeniz gereken bir yer burası: Charles Köprüsü.

Kukla demişken.. Burada tahta, el yapımı oyuncaklar ve kuklalar pek meşhur. Her gelen hediye olarak mutlaka bir kaç parça tahta oyuncak ya da kukla ediniyor buradan. Maalesef benim dışımdaki her gelen! Zira benim çocukluğumdan gelen bir kukla korkum mevcuttur!! Bu sebeple Kuklalarla sahnelenen Don Giovanni Operasını görememiştim ilk seferinde. Ama siz siz olun, meşhur kukla tiyatrosunu ziyaret edip, birkaç saatinizi ayırın:) Hatta çocuklarınız ya da eş-dostunuzunun ufaklıkları için en makul ve ekonomik, bir o kadar da eğlenceli bu oyuncaklardan edinin.

St-Vitus

Canımız meyve istediğindeyse prag’daki pazara uğradık her gün. Harika bir pazar burası. Hediyelik eşya, ıvır-zıvır, meyve-sebze ne ararsanız satılıyor. Biz tercihlerimizi bol ve lezzetli meyvelerden yana kullandık; Çilekdi, kirazdı, kayısıydı, elmaydı derken bir ara kendimizi Charles Köprüsünün hemen yanındaki (Kampa Island) Kampa Adasındaki çimler üzerinde piknik yaparken buluverdik:) İlk yazımdaki Ayşe Sultan’la benim yeşillikler üzerindeki fotoğrafımız bu piknik sırasında çekilmişti:) Ben şahsen Kampa Adası’na geçmenizi, kıyı boyunca yürüyüş yapmanızı ve bu yemyeşil parkta soluklanmanızı tavsiye ederim. Bir de güzel restoran var burada. Gece çok romantik oluyormuş:))   

                                                                   …. Devam edecek…

“Alice Was In Wonderland” – Prag Günlüğü I

**Yazı Dizisi boyunca tavsiye ettiğim, dikkat çektiğim her şey bu renkte ve bold olarak belirtilmiştir**

Prague

“Yaşım oldu 52, ben hala bir seyahate çıkamadım şöyle ağız tadıyla”.

Sevgili anne kuşum bu sözleri söylediğinde yıl 2006 idi. Ben sürekli gezip duruyorum ya, bir taraftan benim adıma mutlu oluyor; benim yapamadıklarımı kızm yapıyor diyor ama bir taraftan da hep içinde olan o yurt dışında ülke görme, özgürce seyahat edebilme dürtüsünü de yenik düşüyor:) Bir gün tam yine o böyle söylenirken:

– “Emekli maaşım var, çocuklar kazık kadar oldu büyüdüler. Ben olmadan 1 hafta idare edebilirler. Zaten kocadan da hayır yok, varsa yoksa çalış çalış.. (Malum kocanın kendi işi var, bırakıp gidebilmek pek mümkün olmuyor:)) Ben de gezmek istiyorummmmm artık.”

İşte anne kuşun bu feryatları bendenize pek bir dokundu, hedefi koydum: Süpriz bir İtalya seyahati. Ve fakat şansımız yaver gitmedi, olamadı bir türlü. 4 gün geceden konsolosluk kapısındaki sabahlamalarımız sonucu ben vize alıp İtalya’ya giderken, anne kuşum Antalya’ya geri döndü:(( Yaşadığım en sıkıntılı günlerden biriydi. Sözümü yerine getirememek beni çok üzdü.

İşte bu yıl ki Prag geçen yılki İtalya’nın telafisi oldu:) Peki neden Prag’ı seçtik? Bir kere ben çok beğenmiş ve hakkında uzunca bir yazı yazıp yayınlatmıştım. Anne kuşum dergideki yazımı okuduğu günden beridir görmek isterdi orayı. İlaveten Ayşegül Sultan’da Prag’ı çok görmek istiyordu. Böylece bu yılki rotayı bu rüyalar şehri olarak belirledik.

Prague

Gezigen Turizm aracılığıyla 3 gece 4 günlük “private” bir tur aldık:) Turun katılımcısı bizdik: 4 kişi. Tüm uçak ve otel rezervasyonlarımız, vize başvurusu ve diğer işlemlerimiz tıkır tıkır ve bizi üzmeden halloldu. Benim İtalya seyahatim sırasındaki Pronto Tur’la yaşadığım kötü ötesi tecrübeden eser yoktu bu defa. (Zaten kendilerine bir teşekkür maili yolladım.. Bu acentayı tavsiye eder miyim, Evet:)

Anne kuşumun yolculuğumuzdan tam 2 gün önce Ankara’ya gelmesiyle ben de kanatlandım resmen. Gelir gelmez hemen evimi baştan aşağıya temizledi annelerin sultanı. Akşam eve gelince evim pırıl pırıl parlıyordu vallahi:) Ben ne yapsam onun yaptığı gibi olmuyor! Perdelerim, malum, sigaradan dolayı simsiyah olmuşlar. (Bir Utanç ikonu yerleştirmeli buraya!) “2 defa yıkamak zorunda kaldım” dedi, mahvetti beni anne kuş:) Hepi topu 3 tane tül perdeden bahsediyoruz:)

Neyse efendim, giriş kısmı uzadı bayağı, 31 Mayıs Perşembe sabahı erkenden İstanbul’a hareket ettik. Kendimizi Atatürk Havalimanın’da bir cafede oturuken bulduk. Anne kuşumun gözleri ışıl ışıl:

– “Ay hala inanamıyorum ben” diyip durmakta.

Uçağa attık kendimizi. Kazasız belasız, 2 saatlik bir yolculuk sonrası Ruzyň Havaalanına indik akşam üstü yerel saatle 17:00 civarlarında. (Saatler ayarlansın, unutmayın aman: Prag’a inince saatler 1 saat geriye!) Rehberimiz Levent bey bizi karşıladı özel bir mini-van ile vaktinden bir 10 dk. sonra. Önce hemen bir mini tur yaptırdı araba ile Kaleye, (Prazsky Hrad) doğru.

Prague

Benim inanılmaz etkilendiğim birkaç yapıdan biri burada, Kale’deydi: St. Vitus Kilisesi. Kalenin avlusuna bakan kapılardan birinden içeri girdiğiniz anda sizi büyülüyor bu yapı. Benim nutkum tutulmuştu. Bir fotoğraf makinasının (en azından benimkinin ölçüsünde bir objektifi varsa) kadrajına bir bütün olarak almanız imkansız bu yapıyı! Herkes çok memnun kaldı gördüklerinden:)

Oradan rehberimiz bizi otelimize bıraktı. Eşyaları yerleştirdik ve aşağıda bizi bekleyen tur rehberimiz ile birlikte yemek yemek için şehrin merkezine gitmek üzere tekrar buluştuk. Prag’ı gezmek için tam 5 bölgeye ayırabilirsiniz: Old Town (Eski Şehir), New Town (Yeni Şehir), Lesser Town (Aşşağı Şehir:), Jewish Quarter (Yahudi Bölgesi) ve Prague Castle (Prag Kalesi). Biz ilk olarak Eski Şehir denen bölgeye gittik ve orada rehberimizin önerisi ile ilk akşamki yemeğimiz için Pizzeria Rugantino’yu seçtik. Rehberimizin söylediğine göre Prag’a gelen ya da burada yaşayan tüm İtalyanlar ve Akdenizliler bilirmiş burayı ve pizzası muhteşemmiş. E biz de hemen denedik: Bendeniz peynir seven olmamdan sebep Ricotta Pizza aldım. (Menu kısmından bakabilirsiniz diğer alternatiflere.) Alice ise, anne kuşum Prag’a gelince ismini otomatikman değiştirdi:)), diyette olduğundan güzel görünen bir ızgara sebze tabağı aldı: Ortolana. Buket ve Ayşegül’de tercihlerini pizzadan yana kullandılar. Ama içecek safhasında hepimiz hem fikirdik: BİRA:)) Ben çok içen biriyimdir, ama bira ile aram yoktur pek. Bir defa 1998 yılında Belçika’da kaldığım 4 ay boyunca bira içicisi oldum, bir de 2004’de ilk Prag’a gidişim sırasında. Çünkü bilen bilir Belçika’nın ve Çek’lerin biraları meşhurdur! Hemen verdik siparişleri: Siyah bira, welcome KOZEL:) 2004 yılında Avustralya Uluslararası Bira Yarışmasında Siyah Bira Kategorisinde Altın Madalya almış bu bira. Giden olursa mutlaka denesin..

Prague

Biraları içip, pizzaları yedikten sonra yorgun argın otelimize döndüğümüzde saatlerimiz gece yarısına yaklaşıyordu. Ertesi güne heyecanla başladık. Alice’in gece yatağına yatarkenki gözlerindeki ışıltı herhalde bana bir yıl daha yetecek gibi görünüyordu:)

… Devam edecek…

From-Old-Town

“Alice Was In Wonderland”

Biliyorum, uzun ama upuzun bir ara verdim ben. Sanmayin ki blogu kapatip birakmayi dusundum.. Sanmayin ki cok kotuydum ve uzaklasmak istedim.. Daha iyi, daha umutlu. daha canli, capcanli, daha “Hayat Dolu” geri dondum:) Bir suru guzel insandan mailler aldim bu arada. Bana “Sen bize iyi geliyorsun, yasama tutunmak icin nedenimiz oldugunu hatirlatiyorsun” diyorlardi hep. Kimseleri merakta birakmak degildi amacim. Boyle bir intiba biraktimsa hepinizden Ozur Diliyorum.. Annecim’le, ki bu yazi dizisinin kahramani Alice kendisi oluyor, ufak bir tatil yaptik, geldik. (Aysegul Sultan’da bizimleydi:) Bu tatil benim hayalimdi, tabi ki onun da.. Gecen yil anlattigim Italya seyahatime kendisini goturecektim, fakat olmadi:( Vize probleminden dolayi annecim burada kaldi, ben gittim:( Bu yil da aynisi olmasin diye cok dua ettim ve dualarim kabul oldu sonunda.. Iste JTB’ye Alice’in Harikalar Diyarindaki hikayesi ile geri dondum. Diyecegim; hayatin ne kadar guzel olduguna bir defa daha sahit oldum ve bunu sizlerle de paylasmak icin iste buradayim. Golgeli, karanlik sutunlar arasindaki ice donusum anne kusumun gelmesi ile son buldu. Ve biz beraberce once Istanbul’a, oradan da benim ruya sehrim, ilk goz agrim Prag’a yola ciktik. Ilk defa 2004 yilinda tek basima cikmistim Prag yolculuguma. Kendime 30. yas gunu hediyemdi benim bu yolculuk. Buradaki izlenimlerim ve fotograflarim Kahve Molasi Dergisi’nde tam 8 sayfa ile yerini almisti. Simdi buradayiz:) OZLEMISIM:))

Praha

 

Dedigimi Yaparim..

Genel olarak azimli bir insanimdir. Kafayi “bir seylere” takarsam yaparim, “gidecegim” dersem giderim, “gelecegim” dersem gelirim.. Birine bir soz verdiysem, cok cok buyuk sagliksal bir problem olmadikca, yerine getirmeye calisirim.. Cok iyi “plan” yaparim, ekurimdeki tum organizasyon gorevleri -olagan bir durum soz konusu olmadikca- bana verilir. Milleti toparlarim, tur organize ederim, eglence tertip ederim, yemek yiyecegimiz yerlere karar veririm.. (Aslinda bulunmaz bir nimet oldugumun farkindayim:))

Bu hafta sonu planlari yapmak yine bana dustu, ortaya surdugum alternatifler kabul edildi ve harika gecen 2 gunumuz yanimiza kar kaldi. Tabi Ankara’da havalarin kelimenin tam anlamiyla “seker gibi” olmasinin da bu keyifli anlarimiza katkisi oldu haliyle..

Antalya

Once Cumartesi sabahi squash oynadik 50 dk. Tolu ile. Bu hafta sonu superdik, inanilmaz enerjik, hareketli, kiran kirana bir antreman oldu. Tivolino‘dan ciktigimizda 3 kat giyinmeme ragmen en ussteki t-shirt su gibiydi..

Ardindan Aysegul Sultan bizi hemen kapidan aldi ve son surat Ulus’taki tarihi Karacebey Hamam’ina yetistirdi:) Hamam’dan her cikisimizda “Superdi yahu, daha sik gelelim” dememize ragmen yilda 2 defa kismet oluyor bu hamam sefalari bize! Inanilmaz rahatliyoruz, keseydi masajdi derken en az 2 saat kaliyoruz iceride.

Hamam Ulus’ta olunca, pek tabii ki yemek faslimizi da Kale’de hallediyoruz; IDOL‘de balkon sefasi yaparak harika yemekler yiyoruz:) Cumartesi de boyle oldu ve harika salatalar, mantilar, krepler yedik afiyetle..  Hamamda ve sporda kaybettigimiz bir kac kaloriyi de zalimce geri kazanmis olduk:(

Kaleici-Antalya

Tabi tum gun kosusturmacasi ve guzel havanin da etkisiyle aksam nakavt olmus bir halde cift apranax ile yattim. Gece bir ara kalkip TV seyretmeye calistim, ama olmadi..

Pazar sabahina oldukca erken ve zinde basladim. Bu Pazar 1.5 saat sporla gecti. Disarida kah kostum, kah tempolu yuruyus yaptim, Segmenler Parkinda cimler uzerinde biraz streching.. Ardindan super bir kahvalti bol portakal suyuyla, yaninda gazetelerim..

Sonra bir DVD seyrettim, ardindan Golbasi’nda CAGLAR muhabbeti. Mangal yapmadik, ama keyifli bir 4 saat gecirdik:) Neler konusulmadi ki? Iliskiler, eski arkadaslar, yanlislarimiz, hayatimiz, 10 sene sonraki dusledigimiz hayat, neredeydik nerelere geldik? Gurur duyduk kendimizle.. Herkes bu hayatta en az bir tane gurur duyacagi ve gurur duyulacagi bir seye imza atmali bence.. Genclere ozellikle sozum:)

Bircok seye sukrettim bu hafta sonu yine: Guzel havaya, yiyip icebilmemize, nefes alabilmemize, gulumseyerek arkadaslar arasinda sohbet edebildigimize, saglikli olmamiza.. Ve o hic bitmeyen enrjimize ve gelecek guzel gunlere olan inancimiza..

Guzel bir hafta bizi bekler….

* Fotograflar Antalya’dan.. Antalya ozlemi cekenlere:))*

Lezzet Durağı – “Turta Cafe”

Cumartesi sabahi kalktik, Aysegul Sultan’la beraber kahvalti icin Sevgili Ayse’nin blogunda bahsettigi TURTA’ya gittik. Aslinda bizim icin klasiklesen yerlerde hafta sonu keyfi yapmayi seviyoruz; ama arada farkli ve kucuk yerlerde olmayi da ozlemiyor degiliz. O gun sehirden uzak olalim dedik ve tuttuk yaklasik 10 km. otedeki Umitkoy mevkiine uzandik.

Arabayi park ettik ve sirin bir kapidan iceri adim attik. Solda, mutfagin da yer aldigi ilk katta 3-4 masalik cafe bolumu yer aliyor. Tahta masalar, masalarda minik vazolarda yer alan yukaridaki taze cicekler.. Onundeki kucuk bahceye bakan bir masaya yerlestik. Hemen yanimiza seker bir genc hanim geldi ve menuyu uzatti bize. Ama menuye bakmak ne mumkun? Bir defa ortalikta misler gibi kokular, mutfakta pisen ve hemen onundeki tezgaha yerlestirilmis birbirinden leziz ve cekici pasta, muffin ve kurabiyeler.

Yukaridaki camekana yapistik kaldik. Aslen biz kahvalti niyetiyle gitmistik, hatta Ayse’nin bahsettigi acik bufe kahvalti icin midelerimizin gayet bos olmasina da ozen gostermistik.. Ve fakat ufak bir yanlis anlama sonucu Pazar gunu acik bufe kahvaltiyi biz, her daim acik bufe kahvalti olarak anlamis oldugumuzdan Cumartesi sabahi kahvaltisiz bir ana denk geldigimizi aciyla ogrendik.. Ama uzuntumuz aninda geciverdi, cunku henuz o anda firindan cikan dereotlu peynirli ve patatesli pogacalar bize oyle bir goz kirptilar ki durduklari yerden “Bosver anasini satayim, bugun de taze hamur isi olsun midemizde” diyerek masaya istettik kendilerini, konsoya:))

Sonra Nilsun hanim geldi yanimiza. Kendisi evini, TURTA’nin mekani haline getirmis; bizzat onlugu takmis mutfaga girmis:) Cok seker, cok alimli, akilli oldugu her halinden belli ve tatli dilli bir hanim Nilsun hanim. Hemencecik sohbet ortami yarattik ve onlar yorgunluk kahvelerini icerken biz de hikayelerini dinledik.. Nilsun hanim bize Pompa’dan TURTA’ya gecisini anlatti:)) Kendisi uzun yillar bir pompa fabrikasinda ust duzey yoneticilik yapmis. Sonra hep aklinda olan ise soyunmus ve burayi kurmus, yaninda guvendigi bir arkadasi ile beraber. Iki yillik bir mekanmis burasi ve mutfaginda sadece 3 hanimin eli var; her iste, her pastada, her kurabiyede, her suslemede..

“Her zaman hayal ettiklerimizle

gerceklestirdiklerimizin ayni olmadigini gorduk.

Yillarca denedik, istedigimiz kivama getirdik.

Simdi bu tatlari sizlerle TURTA’NIN MUTFAGINDA paylasmaya karar verdik” yaziyor el ilanlarinda..

Ben derim ki gidin, deneyin.. Taze ve lezzetli cesitlerle kendinizden gecin:) Adresi mi? Mutlukoy Sitesi, 2. Cadde, 4. Sokak, No: 15 Umitkoy (Galleria’nin arkasi)

Telefon: 235 95 35-235 57 35 Evlere de servis yapiyorlar.. Bademli Turta’si, kremali toplari, dereotlu-peynirli pogacalari harika. Asagidaki baliklar mi?? Onlar da biz giderken camekana yapisip “Hoscakal” diyen marzipanli pastanin NEMO’lu susleri:)))