Kişisel Notlar Konulu Yazılar

Beş Gün, İki Kadın ve Endülüs (III)!

seville-over-the-top-0f-giralda

Sevilla’da Alkazar Sarayı’nı gezdikten sonra yapmanızı önereceğim diğer bir turistik aktivite ise Giralda Kulesi’ne tırmanmanız. Giralda, çan kulesine dönüştürülmüş eski bir minare ve şu anda dünyanın en büyük katedrallerinden biri olan Sevilla Katedrali’nde bulunuyor. Hristiyanların Sevilla’daki hakimiyeti sırasında büyük bir depremde camisi yıkılmış ve sadece minare ayakta kalmış. Daha sonra minareyi içine alacak gotik bir  katedral inşa edilmiş.

seville-over-the-top-of-giralda

Giralda Kulesi dünyadaki bir çok kule için model olmuş, bizim de geçtiğimiz yazımızı geçirdiğimiz San Francisco’da yer alan ve benim bayıldığım Ferry Binası‘nın kulesi de bunlardan biri. Giralda Kulesine tırmandığınızda 360 derece Sevilla manzarasını görmeniz mümkün. Kalabalıktan sebep rahat rahat, zaman geçirerek manzara seyretmeniz mümkün olmasa da çok, yine de aşağıda göreceğiniz güzel fotoğrafları çekmek için faydalı olabilir 114 m yüksekliğe çıkmanız 🙂 Kuleye çıkış için merdiven yerine eğimlerden yararlanılmış, daha az yorucu bu şekliyle bana kalırsa.

seville-over-the-top-of-giralda

seville-over-the-top-of-giralda

seville-over-the-top-of-giralda

Katedrali gezip, Giralda Kulesi’ne de tırmandıktan sonra bizce Sevilla’da yapılması gerekli turistik aktiviteler tamamlanmış; artık yerli halkın peşine düşme, yeme-içme mekanları keşfetmenin zamanı gelmiştir demektir 🙂 Sevilla’daki ilk akşamımızda otelimize de oldukça yakın; ağırlıklı olarak barlar, gece kulüpleri ve restoranlara ev sahipliği yapan gece hayatının hızlı aktığı söylenen Triana Bölgesi’ndeki “Betis Caddesi” kıyısında bir yürüyüşe çıktık. Özellikle yaz aylarında içeride kimsenin kalmadığı, herkesin cadde üzerinde sosyalleştiği, köprüyü görebileceğiniz kıyı kısmına da teras muamelesi gösterildiği söylendi. Hava şansımıza çok güzel olduğu için ucundan da olsa bu söylentilere şahit olabildik iki kadın. Kendimizi attığımız ilk masada da birer buzz beyaz şarap söyleyerek ilk akşamımızı kutladık Tolucumla!

welcome-drinks-sevilla

İlk defa bir seyahatimizde her yediğimizin fotoğrafını çekmemişim, ki bu nadir yaptığım şeylerden biridir! Sanıyorum mis gibi kokuların, ılık havanın, her köşeden beni çağıran tapas menülerinin başımı döndürmesinden sebep fotoğraflama işi aklımdan uçup gitmiş!

Ve, evet Sevilla’ya gidecek olanlar. Şimdi size mutlaka deneyimlemeniz gereken bir mekan önereceğim: El Rinconcillo. Tam 1670 yılından beri ayakta bu mekan. Burada hem boğa etinden yapılan yemeği, hem de Endülüs’te oldukça özel bir yemek olan boğa kuyruğu güvecini (bull’s tail stew) tadabilirsiniz. Biz kuyruk olayına girmedik, ama aşağıda gördüğünüz patatesli et yemeği gibi görünen ve tadı da çok farklı olmayan boğa eti yemeğini denedik. Bu mekanın diğer özel tapası ise nohutlu ıspanak. İşte bizim en beğendiğimiz lezzet bu oldu. Oldukça kaliteli zeytinyağında sotelenmiş ıspanak ve nohuta, baharat olarak da bolca kimyon eşlik etmiş. Son olarak da biraz “Jamon Iberico” (İber kurutulmuş eti) ve Endülüs Bölgesi’ne özgü keçi sütünden yapılan Manchego peyniri ile mini bir tabak aldık. Beni bilen arkadaşlarım çok da bira tipi bir kadın olmadığımı, çok bira tüketmediğimi bilirler. Fakat burada bu güzel yiyeceklerin yanına hem kendi tercihim, hem de İspanyolların genelinin de tercihi olan şarap yerine Sevilla halkının tercih ettiği yerel biraları Cruzcampo içtik. Bu birayı da denemenizi önereceğim!

el-rinconcillo-seville

İspanya’ya kadar gitmişken paella yemeden dönülmemeli! Bu sebeple bir akşam yemeğimizi yine yerel halkın sıklıkla yemek yediği, oldukça eski başka bir mekanda, El 3 De Oro‘da yedik. Servis, yediğimiz paellanın görüntüsünden, boyutuna, malzemesinden, lezzetine kadar her şey on numaraydı. Yine yüzümüzü kara çıkarmayan ve benim San Francisco’da keşfedip kullanmaya başladığım, özellikle tüm yurt dışı seyahatlerimde bir numaralı yardımcım haline gelen YELP bizi yarı yolda bırakmadı! Evet, bu mekanı kendisi önerdi bize 🙂  (Bu arada yeri gelmişken; Türkiye’de de yavaş yavaş kullanımı gelişen bu uygulamayı telefonlarınıza indirebilir, kullanıcı profilime girerek beni arkadaşınız olarak ekleyebilir ve gittiğim mekanlar ve o mekanlara yazdığım yorumları görebilirsiniz. Ayrıca ben mekanlar için yorum yaptıkça sağ köşede yer alan “Mekan Yorumlarım” başlığı altında bunları JTB’den de takip edebilirsiniz).

paella-seville

Endülüs’de beş günün ilk üç gününe dair notlarımı burada tamamlıyorum artık. Sırada son iki günümüzü geçirdiğimiz Granada var. Umuyorum beklemekten sıkılmıyor, okumaktan “hala” keyif alıyorsunuz yazdıklarımı…

11 Mayıs Cumartesi günü 3. New Balance Bozcaada Yarı Maratonu‘nda bu yılın son 10K’sını koşuyor olacağım. Cuma günü -ilk defa olmak üzere- Bozcaada’ya doğru yola çıkıyor olacağız.  Bozcaada da benim için merak konusu olan yerlerden biriydi. Bakalım bizi neler bekliyor orada? Bozcaada ile birlikte artık 10K defterini yavaştan kapatmayı ve yarı maratonlar için hazırlanmayı hedefliyorum. Şans diler misiniz bana?

 

Beş Gün, İki Kadın ve Endülüs (II)!

alkazar-05-sevilla

Sevilla, Endülüs’ün merkezi, İspanya’nın dördüncü büyük şehri. Yahudi ve özellikle Müslüman Arap kültürünün tüm izlerini barındırıyor bünyesinde. 1248 yılında 3. Ferdinand burayı keşfedene dek Endülüs Emevilerinin elinde imiş. Şehirden gitmek ya da kalmak konusunda bir baskı görmemelerine rağmen kalan son Arap ve Yahudiler, Endülüs’ün son kalesi; bizim de bir sonraki durağımız olan Granada’ya göçmüşler.

alkazar-01-sevilla

alkazar-02-sevilla

Bugün bahsetmek istediğim en büyük değerlerinden birisi ise “Real Alcazar“; yani Alkazar Sarayı. UNESCO tarafından 1987 yılında Dünya Kültür Mirası olarak koruma altına alınmış. Yapımına Araplar döneminde başlanılmış, Hristiyanların elinde tamamlanmış. Bu sebeple hem Arap, hem Gotik işleme ve mimarisinin tüm özelliklerini bünyesinde bulunduruyor. Sarayın yanı sıra inanılmaz güzellikte ve renklerdeki bahçeleri de bizi büyüledi resmen. Fazla söze gerek yok, isterseniz fotoğraflarla baş başa bırakayım sizi.

alkazar-07-sevilla

alkazar-06-sevilla

Sarayın dantelvari işlemeleri, rengarenk seramikler bizi o kadar çok etkiledi ki, durup durup çoğu yerde transa geçmişçesine inceledik her bir detayı. Yapımının 183 yılda tamamlanmamasına şaşmamak gerekir! Ayrıca sarayın bir çok yerinde, elimizdeki kitapçığa göre,  “Yegane Fatih Allah’tır”! yazısı göze çarpmakta imiş.

dilo-alkazar-sevilla

alkazar-08-sevilla

pool-side-alkazar-sevilla

neptun-alkazar-sevilla

Saraya giriş için erken saatleri tercih etmenizi öneririm. İçerisinde rahatlıkla iki, üç saat geçiriyorsunuz.

 

Beş Gün, İki Kadın ve Endülüs (I)!

dilo-sevilla

Birlikte çıktığımız son yurt dışı seyahatimiz MadridZaragozaBarselona şeklindeydi Tolucumla!

Aradan tam dört yıl geçti ve biz bir defa daha hayalimizde yer eden ve planlarımızda hep varolan İspanya’nın güneyi, Endülüs Bölgesi’nde bir beş günlük kaçamak yaptık kendisiyle 🙂 Planımız Sevilla-Cordoba-Granada yapmaktı. Lakin o kadar keyif aldık ki Sevilla ayağından, günübirlik Cordoba gezisi için gün çalmak istemedik ve beş günde iki şehir yaparak mini bir Endülüs seyahati gerçekleştirdik.

Uçak bileti almak için ekran başına geçtiğimizde Malaga uçuşlarının dolmuş olduğunu görünce, el mahkum Madrid üzerinden gideriz diyerek İstanbul-Madrid bileti alarak uçuşumuzu gerçekleştirdik. *Endülüs gezisi planlayıcıları için önemli not: Uçuşlarınızı mümkün olduğunca Malaga üzerinden gerçekleştirin! Zaman kazanmanız için en ideali bu.* Gerçi Madrid’e uçup sonrasında –bizim gibi Avrupa’da tren seyahatinden keyif alanlardansanız– iki buçuk saatlik bir tren yolculuğu ile Sevilla’ya ulaşmanız da mümkün. RENFE‘nin sitesinden seyahate çıkmadan haftalarca önce biletlerimizi almıştık biz. Çok da iyi etmişiz, zira ne kadar erken alırsanız o kadar makul fiyatlı biletler. *Seyahat öncesi okuduğum tüm forumlarda tren biletlerinin en az bir ay öncesinden satın alınmasının çok ciddi maliyetleri düşüreceği söyleniyordu. Aklınızda olsun!* Madrid Barajas Havaalanına indikten sonra bir numaralı terminalin önünden dışarı çıkın ve Madrid Atocha Tren İstasyonu’na giden sarı renkli otobüsleri bekleyin. Kişi başı 5 Euro karşılığı, yaklaşık yarım saatlik bir yolculuk ile tren istasyonuna ulaşıyorsunuz. Eğer treninize vakit varsa, Madrid merkezde turlayabilirsiniz bile. Trenler ise oldukça konforlu ve hızlı…

altın-kule-sevilla

Yemyeşil çayırlardan, zeytinliklerden, bağlardan geçerek buzz biralarımızı trenin restoran kısmında yudumlayarak akşamüstü saatlerinde Sevilla’ya ulaştık. Taksiye atlayıp şu siteden bulduğum ve sevgili İmge‘nin daha önceki seyahatinde kaldığı Monte Carmelo adlı otelimize gittik. *Mini bir not: Taksilerde her bir valiziniz için taksimetrede yazan rakama 1 Euro ekleniyor.* Otelimiz Triana bölgesi yakınlarında, Guadalquivir Nehri’nin öte tarafında; yani Sevilla’nın tüm görüleceklerinin bulunduğu tarihi ve tursitik alanın karşısında yer alıyor (Şu haritadan bakarsanız, otelimiz nehrin solunda yer alıyor). Otelden turistik mekanlara köprüyü yürüyerek yaklaşık on-on beş dakikada geçiyorsunuz. Yalnız biz dedik ki, bir daha gelirsek kesinlikle Santa Cruz Bölgesi’nde kalacak bir yer bulalım. Zira bayıldık Sevilla’nın Santa Cruz Bölgesine (Barrio Santa Cruz)! Dar sokaklarında kaybolup minik meydanlarından çıkıveriyorsunuz. Tabi hemen “hop” o meydanda bir kadeh molası! Üç günlük Sevilla gezisinde hep biraz sarhoş dolaştık! İçkiden değil bu defa, misler gibi kokan sokaklarından! Tam da çiçek açma mevsimiymiş bizim gidişimiz; yaseminler, mor salkımlar, portakal çiçekleri kokuları bu kadar baskın başka bir yer daha hatırlamıyorum ben. Tolucumla son akşam veda ederken kendi çapımızda bir çilingir sofrasında şehre, dedim ki “Nasıl bir şehir Sevilla derlerse ne söyleyeceksin insanlara tek bir cümle ile?” Dedi ki “Misler gibi kokan bir şehirdi” diyeceğim 🙂

quarter-sevilla

chilling-outside-sevilla

Katılıyorum arkadaşıma. Misler gibi çiçek kokan, birayı su bardağında servis eden, kimsenin İngilizce anlamadığı, konuşmadığı, ama bir şekilde anlaşabildiğiniz; bu sebeple hiç aç ve susuz kalmadığımız, tüm şehri yürüyerek rahatlıkla gezebileceğiniz, birbirinden lezzetli Jamon İberico’ların (İberian kurutulmuş etlerinin) tabağınızdan hiç eksilmemesini dileyeceğiniz, boğa eti tadabileceğiniz, kendinizi akşamüstü saatlerinde sokak aralarından yükselen flamenko ezgilerini mırıldanırken bulabileceğiniz, sabahları kızarmış ekmeğe bildiğin salça sürerek kahvaltı eden insanların yaşadığı bir şehir Sevilla.

walls-01-sevilla

Alkazar Sarayı’ndaki işciliğin hastası olup, Giralda Kulesi’nden tüm şehre tepeden bakabileceğin; şehrin en eski tapas barı olan ve 1670’li yıllardan beri ayakta olan El Rinconcillo‘da üç buçuk saatin nasıl geçtiğini anlamadan yiyip içebileceğin ve bunun karşılığı sadece 25 Euro ödeyebileceğin bir şehir.

Sevilla bizi büyüledi. Hava da şeker gibi olunca yürü babam yürü yaptık, her dar sokağın arasından çıkılan bir meydan var zaten; o meydanda soluklandık, içtik (biraları çok güzeldi bu arada), fotoğraf çektik, dua ettik, şükrettik en çok!

İkinci yazımı Alkazar ve yeme içme duraklarımıza ayırmayı planladım. Umarım faydalanırsınız. Bu arada seyahatimiz boyunca Instagram’dan hemen hemen her gün “Endülüste5gün hashtag’i ile fotoğraflar paylaştım. Şu linkten görebilirsiniz 🙂

signs-sevilla

walls-sevilla

 

Adım Adım Koşarak Neyi mi Başardık? İşte Sonuç!

dlara.run.aa

Burada bahsetmiştim size, coşkuyla hemde! Antalya’da, iyiliğin peşinden ilk defa “Adım Adım” koşacağım demiştim.

Koştum, koştuk; tam 435 “Adım Adım” koşucusu.  Burada da hissiyatımı anlatmıştım size hatırlarsanız koşu sonrası. Biz koştuk, sizler desteklediniz ve sonuç ne mi oldu?

..

Sonuç: “Adım Adım” olarak başarılı bir kampanya daha sonuçlandı.

Toplam 435 “Adım Adım” koşucusu olarak,

4420 bağışcıdan,

6 farklı derneğin, STK’nın projesi için

533.000 TL bağış topladık 🙂

..

Bu bağışcılardan 16’sı beni ve benimle birlikte AKUT’un “Bir Nefes” Projesini desteklediler. Hepsine tekrar çok teşekkür ediyorum. En kısa zamanda AKUT tarafından hazırlanmış bağışçı sertifikaları ellerinde olacak 🙂

Runtalya 2013’de sadece koşarak AKUT için 29.300 TL bağış toplanmasına yardımcı olan “Adım Adım” üyeleri arasında olmaktan dolayı ne kadar mutlu olduğumu bir defa daha söylemek istiyorum. Hedefim Runtalya 2014’de yarı maraton, yani 21K koşabilmek!

Koşulara devam. Spora devam. Ev-iş-spor üçgeninde mutlu mesut yaşıyorum. Arada kaçamaklar yapıyorum tabi dostlarımla 🙂 Önümde Bozcaada Yarı Maratonu var, Mayıs ayında. Orada da 10K koşacağım. Ama benim için bu koşunun önemi, Bozcaada ile ilk defa tanışacak olmamdır! Evet, ben Bozcaada’ya ilk defa, hem de koşmak için gidiyor olacağım. Koşuya yakın buradan anlatacağım hazırlıkları, planları, programı 🙂

Şimdi önümde can dostum, benim tatil arkadaşım Tolu’cumla çıkacağımız pek sabırsızlıkla beklenen bir Endülüs gezisi var! 22-27 Nisan tarihleri arasında Sevilla-Cordoba-Granada’yı kapsayan Endülüs macerasına tüm hazırlıklar tamam. Ne yazık ki Malaga’ya bilet bulamadığımız için İstanbul-Madrid, Madrid-İstanbul uçuşu gerçekleştireceğiz. Ama, yine Tolu’cumla 2009 yılında Madrid’i de içine alan bir İspanya seyahati gerçekleştirmiş olduğumuzdan sebep orada kalmayacağız. (Madrid’e ilişkin notlarım için buraya göz atabilirsiniz.)

Önerisi olanlar ne yapacağınızı biliyorsunuz 🙂

 

Kışın Viyana Ayrı Güzel, Evet!

viyana-karlar-altinda

viyana-10

Lakin biraz (!) soğuk. Hatta buzz! Bu sebeple günler öncesinden orada geçireceğimiz üç gün boyunca hava sıcaklığını takibe alarak evde o kadar kalın neyim var neyim yok araştırmaya başladım. Fazla bir şeyim olmadığını gördüm tabi içim sızlayarak. Ben son iki yıldır kışlarımı İstanbul’da deri ceket, içine tişört, boynuma atkıydı, şaldı şeklinde geçiriyorum. Tüm kalın kaban, boğazlı kazak gibi kıyafetlerimi Ankara’dan buraya taşınırken ihtiyacı olanlara verdim. Hem İstanbul o kadar da soğuk olmadığı, hem de minnacık evimizde dolaplarımın tıkış tıkış olmasını istemediğim için. Yani Viyana için çok da hazırlıklı olmadığım ortaya çıktı. Böyle durumlarda insanın her zaman kapısını çalacağı, ne bileyim daha önce daha soğuk, “buzz” memleketlerde vakit geçirmiş arkadaşları olması ne kadar güzel tahmin edersiniz 🙂

viyana-01

Viyana’ya ilişkin burada bahsetmek istediklerim benim keyif ve lezzet duraklarımdan oluşuyor. Artık internete girip “Viyana” dediğinizde sayfalar dolusu hem tarihçesine, hem mimari geçmişine, hem de yeme-içme mekanlarına ulaşmanız mümkün. O sebeple benim hem oradaki sevgili arkadaşım, artık “Viyana Muhtarı” olan Mr. TD, hem de son dönemde pek güvenerek kullandığım ve beni hiç hayal kırıklığına uğratmayan YELP sayesinde gittiğim, gördüğüm yerlerden bir demet var burada (Bu arada sağ tarafta “Mekan Değerlendirmelerim” başlığı altında benim de YELP’te yaptığım yorumlarımı bulabilirsiniz). Buyurun başlayalım yavaştan benim Viyana’mda dolaşmaya:

viyana-04

Gittiğim şehirlerde otelin merkezde olması benim illa ki tercih ettiğim bir durum değildir. Zira ben o şehrin toplu taşıma araçlarını kullanarak ya da ne bileyim yürüyerek şehri keşfetmeyi severim. Viyana için ise durum farklı oldu, iyi ki de oldu. Hem kısa bir zamanımız, hem de birlikte hareket ettiğimiz on üç kişi daha vardı. Ayrıca durmadan bahsedeceğim gibi Viyana “buzz” gibi soğuktu 🙂 Otelimizin adı Mercure Zentrum. Bence kahvaltısı da kendisi de gayet güzeldi. Zaten otel odasında uyumak dışında vakit geçirmedik hiç! Otelden yukarıdaki gece çektiğim bir fotoğrafını gördüğünüz meşhur St. Stephen’s Katedrali’ne, Opera Binası’na, sevgilimle birlikte önünde çektirdiğimiz aşağıdaki fotoğrafta yer alan Meşhur Hofburg Kışlık Kraliyet Sarayı’na, benim bu seyahatin en bayıldığım saatlerini geçirdiğim Albertina Müzesi’ne, Müzeler Bölgesi’ne, Sanat Tarihi Müzesi’ne yürüyerek ulaşmanız mümkün. Maksimum mesafe yarım saatten fazla sürmez.

Ayrıca dönmeden önce iki akşamımızı geçirdiğimiz favori birahanemiz olan Bermuda Braeu‘u ya da yürüyerek bir dakikada ulaşabilirsiniz. Kendi biralarını da bulabileceğiniz bu mekanı biz kalabalık grubumuzla sohbet-muhabbet edip, güzel birasından içmek için tercih ettik. Hafta içi de hafta sonu da kalabalıktı yalnız. Çalan 80’li yıllara ait parçalar ise bonus oldu 🙂

viyana-13

musikverein-viyana

İlk akşamımız için, dünyanın en iyi on konser salonundan biri olarak gösterilen, Vienna Musikverein‘da şu linkten de izleyebileceğiniz Berlioz’un “The Damnation of Faust” adlı eserini izledik. Konser salonunun ihtişamı, konsere gelen ağırlıklı orta yaş ve üstü Viyana halkının giyim-kuşamda zarafeti, konser salonunun tıklım tıkış dolu olması, konser arasında flüt kadehlerde elde dolaşan şampanya ve yanına alınan şu şekil petit four’ları hayranlıkla ve hafiften iç çekerek izlediğimi itiraf etmeliyim (Yıllar önce aynı hayranlığı ve tabi ilk olmasından sebep şaşkınlığı Prag’daki şu konser salonunda izlediğim konser süresince yaşamıştım).

Konser sonrası güzel kahvesinden ve meşhur pastasından yemek üzere hemen yakınındaki Café Sacher‘e gittik. Kahvesi likörlü ve kremalı. Tadı güzel, lakin ben kremalı bir şeye çok ilgi göstermiyorum normalde. Yine de denedim bir daha mı geleceksin diyerek 🙂 Meşhur pastada yoğun badem ve çikolata aroması mevcut. Bir pastanın tek başına yenmesi zor biraz sanki. Biz iki pastayı sanıyorum sekiz-dokuz kişi paylaştık. Dünyanın her tarafına bu pastayı özel ahşap kutularında gönderiyorlar. Hatta yıllar yıllar önce sevgili MR. TD bana yollamıştı bir dilim 🙂 Viyana’da mutlaka denemeniz gereken tatlar listesi bir numara: Tamam!

viyana-14

Gittiğimiz şehirlerde oralı olan, orada uzun yıllardır yaşayan insanların tercih ettiği yerlerde yemeği, içmeyi seviyorum ben. Viyana’da yaşayan arkadaşlarımız olunca tabi, turistik mekanlar dışında bu tarz lokal mekanları da tecrübe etme şansımız doğuyor. Bu sayede bir öğle molasında soluklanmak üzere ziyaret ettik Cafe Ritter‘i. İçerisi iki bölümden oluşuyor. Sigara içmek isterseniz sağ tarafına geçiyorsunuz kafenin. Öğle kahvenizin yanına güzel ve meşhur bir “apple strudel” ya da tatlı sevmez iseniz bir kadeh konyak alabilirsiniz Ritter’de. Dergi, gazete okuyan lokal insanlara ve tarihi atmosfere, yüksek tavanlara, kadife perdelere sahip kafenin içerisinde güzel vakit geçirebilirsiniz.

viyana-18

Viyana’da kahve ve elmalı tatlı olayından sonra biraz daha dolaşıp, orada yaşayan sevgili arkadaşımız Burak’ın önerisiyle Wein&Conun Mariahilfer Caddesi üzerindeki şubesine uğradık bir gün saat beş civarlarında. Burası dünyanın her yerinden şarap ağırlıklı olmak üzere, diğer içkileri de bulabileceğiniz bir satış bölümünden oluşmasının yanı sıra bir de bizim çok keyifli bir saat geçirdiğimiz bar bölümünden meydana gelen bir meşhur mekan 🙂 İsterseniz dükkandan satın aldığınız içkinizi bu bar&lounge olarak hizmet veren mekana getirebiliyor ve açtırıp içebiliyorsunuz, ki bu bence çok keyifli bir uygulama. Biz şampanya keyfi yapmayı tercih ettik. Mekanda ayrıca çok özenli hazırlanmış porsiyonluk mezeler, sandviçler, kruvasanlar da vardı içki keyfinize eşlikçi olarak seçebileceğiniz. Ben derim ki, Viyana’ya giderseniz, benim için bu mekana gidin ve şampanya keyfi yapın 😉

viyana-15

Viyana denince ilk akla gelen şey: Şnitzel elbet! Viyana’da şnitzel denince de, artık marka olmuş, sloganı “100 Yıldan Beridir Şnitzel’in Adresi” şeklinde olan Figlmüller‘den başkasına gidilmemesi tecrübe ile de sabitlenmiş bir gerçek. Biz, ilk akşamımızda başka bir “önerilen” mekana gittik, lakin daha sonra “Aman gelmişken burası eksik kalmasın” argümanından hareketle, vakitlice bir saatte gittiğimiz için kendimize yer bulabildiğimiz şnitzelin adresinde belki de uzun zamandır yediğimiz en güzel yemeği yerken mekanın şanını-şöhretini hak ettiğine kanaat getirdik. Maceraya gerek yok, hele ki domuz eti yemekte bir sakınca görmeyen grupta iseniz. Şurada, yapılışını ve inanılmaz boyutlarını görebileceğiniz bu harika şnitzel yanında gelen patates ve semizotu karışımlı, güzel soslu salatası ile bence bir numara! Viyana’da mutlaka denemeniz gereken tatlar listesi iki numara: Tamam! (Domuz eti yemeyenler için et ve tavuk şnitzel de mevcut, lakin onların kalınlıkları ve boyutları farklı. Domuz eti kadar incecik dövülemedikleri için sanırım.)

viyana-08

Yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz yer Rathaus olarak adlandırılan Belediye Binası önüne kurulan buz pateni sahası. Şurada başka bir açıdan çok daha güzel bir fotoğrafı var. Kış geldiğinde çoluk-çocuk herkesin bir arada buz pateni yaparak eğlendiği, sabahtan akşama kadar sponsor olan radyo kanalının müzik yayını yaptığı, çevresinde sosisli sandviçten tatlılara, kuru yemişlerden sıcak şaraba bir çok şeyin satıldığı bir pazarı bulunan, insana huzur veren bir yer burası. Oldukça da büyük! Benim Viyana seyahatimin ilk gününden sonrası, sırtımda meydana gelen şu meşhur kas ağrılarım ile devam edince riske atıp denemedim kaymayı, ama kocaman bir kupa sıcak şarabı kaçırmadım 🙂

hot-wine

Dışarıda dolaşmaktan hem yorulup, hem de üşüyünce yapılacak en iyi şeyi yaparak kendimizi bir kapalı mekana attık mütemadiyen. Cafe Central‘de bu uğrak noktalarından biri oldu. Harika bir mimari takdir edersiniz ki. 1800’lü yıllardan kalma, yüksek tavanlı, sütunlu, eski halini muhafaza etmiş kocaman bir yer. Burada yediğimiz ve şu fotoğrafını gördüğünüz sıcak vanilya soslu apple strudel bir harikaydı. Bu elmalı, hafif tadı olan tatlı beni meşhur Sacher Torte’den daha memnun etti açıkçası.

cafe-central

Viyana’da, benim ve sevgilim için en unutulmaz lezzetlerden biri olan käsekrainer ile yazıya nokta koymak istiyorum artık! Kendisi içinden bildiğin peynirin “fış” şeklinde fışkırdığı, domuz etinden yapılan, ızgara sosis. Köşebaşı her sokak büfesinde bulabileceğiniz bu inanılmaz lezzetli sosisi ister sandviç şeklinde isterseniz de bizim tercih ettiğimiz şekliye, aşağıda yer alan haliyle sipariş verebiliyorsunuz. Yanına mutlaka hardal ve bira istemeyi de unutmayın. Viyana’da yaşayan arkadaşımız Burak’ın bize önerdiği yer, tabi ki kendisinin müdavimi olduğu büfeydi. Bu büfe tam Albertina Müzesi’nin önünde, Opera Binası’nı karşısına alıyor. Bitzinger! Sanıyorum her gün bir öğün için gittik buraya biz. Viyana’da mutlaka denemeniz gereken tatlar listesi üç numara: Tamam!

kasekrainer-bitzinger

Viyana güzel bir şehir, diğer tüm Avrupa şehirleri gibi. Gerek mimarisi, gerek düzenli günlük yaşamı, her yerinden size göz kırpan sanat, müzik mekanları, alternatifleri, sakin ve sessiz haliyle huzurlu ve yaşaması güzel gibi görünen; ama benim için belki de soğuk havadan ve kış mevsiminde olmamızdan sebep kasvetli gelen bir şehir. Ben hala Prag’ın önüne geçemeyeceğini düşünüyorum. Ama bir yeni şehir daha görebildiğim için mutluyum tabi 🙂

Hepinize sevgiler, harika bir hafta sonu diliyorum.

viyana-biz